Yolun başındayız belki… Ama bu şehirde yaşayan bir genç olarak içimde taşıdığım umutların en büyüğü, İskenderun’un gelişmesi, güzelleşmesi ve biz gençler için daha yaşanabilir hale gelmesidir. İskenderun adı, doğasıyla, deniziyle,..
Yolun başındayız belki… Ama bu şehirde yaşayan bir genç olarak içimde taşıdığım umutların en büyüğü, İskenderun’un gelişmesi, güzelleşmesi ve biz gençler için daha yaşanabilir hale gelmesidir.
İskenderun adı, doğasıyla, deniziyle, limanıyla ve insanıyla bambaşka bir güzelliği temsil eder. Bu şehre yolu düşenlerin hayran kalması boşuna değil. Ancak gelin görün ki son zamanlarda İskenderun, her köşe başına açılan zincir ya da butik kafeleriyle adeta bir “cafe kenti” haline dönüşüyor.
Bu görünürde canlılık gibi dursa da, biz gençler açısından pek de tatmin edici bir gelişme değil. Çünkü bir şehri sadece kahve içilebilecek yerlerle doldurmak, gençliğe nefes aldırmak anlamına gelmiyor.
Gençliğin sosyalleşmeye, üretmeye, eğlenmeye, öğrenmeye ve keşfetmeye ihtiyacı var. Bizler sadece oturup zaman geçirmek değil, aynı zamanda kendimizi ifade edebileceğimiz, kültürel ve sanatsal faaliyetlere katılabileceğimiz, spordan teknolojiye kadar uzanan alanlarda aktif olabileceğimiz mekanlara ihtiyaç duyuyoruz.
Yaz aylarında Arsuz’da nispeten hareketli olan sosyal hayat, kış aylarında İskenderun’da neredeyse tamamen durma noktasına geliyor. İşte bu noktada gençliğin şehre olan bağlılığı da zayıflıyor. Dikkat edin, üniversite için şehir dışına giden gençlerin büyük kısmı geri dönmek istemiyor. Neden mi? Çünkü bu şehir onlara geri dönmek için bir neden sunamıyor.
İskenderun, sadece deniziyle ya da bir kafede çekilen güzel fotoğraflarla değil; gençlerine sahip çıkan, onların hayallerine ortak olan yapılarla geleceğe yürümeli. Kendi geleceğini burada inşa etmek isteyen gençlerin şehri olmalı.
İşte mesele tam da bu. Sorun ne sadece kafelerde ne de eksik olan başka bir şeyde… Asıl mesele, gençliğe dokunmayan bir şehirde, geleceğin eksik kalmasıdır.